Trafiğin Batsın İstanbul !


Çok ufakken alt katta otururmuş dedemler. Dedem dediğime bakmayın, babamın dayısıdır kendisi.. Dede de denir, Dayı da denir yani.. O zamanlar ilk göz ağrısı olma mevzusundan dolayı, benim alt kat-üst kat arasında git-gellerim fazla oluyormuş. Ufakken kafada biraz otistik yapılanma olsa gerek :), çamaşır makinasını izlemeye doyamazdım. Şimdi allahtan kalmadı öyle sapkınlıklarım ama, aşağıya iner, dedemin kucağında makinayı seyrederdim, ayrıca evde de seyrederdim hatırlıyorum.. Şimdilerde pek sevmem kendisini ama, beyaz peynir ile de aram iyi imiş anlatılana göre.. Çok anımsayamıyorum, dedem rakı kadehine parmağını daldırıp bana tattırırmış, ardından da beyaz peynirden bir parça ile lezzetlendirir imiş.. El kadar çocuğa yapılırmı demeyin, yapılmışı var işte.. Bir şey olmuyor :)
Dedem koyu fenerlidir. Hasta fenerli ile koyu fenerli arasında bir fark var bence. Koyu deyince, sanki daha demokratik yorumlar yapabilen fenerli'yi tasvir ediyor gibi oluyorum. Neyse.. Beşiktaş'a sempati duyar, galatasarayı konuşmaz pek.. Şeref stadını görmüşlüğü, taksim stadında top koşturmuşluğu vardır. Hikayeler bitmez, dinleyen de şaşırır ve sonra bir daha şaşırır dedemin hikayelerini duyduğu zaman. Ben de taksimde doğup büyüdüm onun gibi, ama benim cihangir sokaklarında, beyoğlunda o maceraların 3'de biri kadar anlatacak şeyim yoktur herhalde..
Yine böyle anı dolu bir akşam için, 3 nesil toplanmaya karar verdik geçenlerde. Yine diye başladım söze ancak, bizim baba tarafı için bir ilk olacaktı, bu bakımdan çok değerliydi. Babanın dayısı, baba ve oğul meyhanede rakı içecektik, sohbet edecektik.. Bir gün önceden sözleşildi, yer ayarlandı ve maç saati beklenmeye başlandı..
...
Ne kadar talihsiz bir insan olduğumu blogu takip edenler az çok tahmin edeceklerdir. 18:15 vapuruna yetişeceğim semtten, Çapa'dan Beşiktaş arabasına bindim 17:40 sularında.. Hadi be kaptan bas abim benim şeklinde kendi kendime sloganlar atıyordum içimden, otobüs giderken vapura yetişebileyim diye. Fazla sıkıntı olmadan saat 18:00 sularnda Karaköy durağına girdi otobüs. Duraktan çıktıktan sonra ufak bir trafik vardı ileride, herhalde ışıklardan dolayıdır diye kendi kendime umut verirken, o lanet olası trafik yüzünden 15 dakikada 100 metre gidemedi koca araç. Milim milim ilerleyen trafikte, önüne gelen her ışık kırmızıya döndü, kavşaklarda da sağına soluna yol vermek durumunda kaldı. 18:15'i kaçırdık, en azından çeyrek kala vapuruna yetişeyim bari diye üzüntü ile karışık oflayıp pufluyordum yeşil arabanın öndeki tekli koltuğunda. Bir an O vapura da yetişemeyeceğimi anladım bu hızda devam ettiğimiz sürece. Tam Fındıklı'daki Mimar Sinan Üniversitesi'ne gelmek üzereydi otobüs, indim. Arkaya doğru yürüsem Karaköy iskelesi, semte doğru yürüsem Kabataş iskelesi vardı. İkisine de uzaklık aynı olunca yürümeyi, koşma aldı vapura yetişme sevdasına Kabataş'a doğru.. Sabah kahvaltısından bu yana bir şey yememiş midem bir yandan küfürler ede dursun, telefonun öbür ucunda nerede kaldığımı soran Dedem vardı.. O An'ın stresi ile içinde bulunduğum çaresizliği doğru tarif edemediğimden ötürü, neden tramvaya binmiyorsun, neden karaköyden vapura binmedin, şeklindeki sorulara da tatmin edici cevapları seçemedim. Dedem de sitem dolu bir ses tonu ile, organizasyonun iptalini talep etti, babana söyle sen de boşuna karşıya geçme, başka gün yaparız diyerekten telefonu kapattı..

Bugüne kadar trafik yüzünden Taksim-Gümüşsuyu arasını 45 dakikada gitmeyi beceremedikten sonra dönüp metroya binmişliğim; Taksim'den Yeniköy'e gitmek için bindiğim bahçeköy arabasından, trafiğin ileriye doğru inatla gidememesinden ötürü Kuruçeşme'de inerek Beşiktaş'a kadar geriye yürümüşlüğüm; buraya tıklanarak okunacağı üzere, trafik dolayısıyla yeni yıla takside bile girmişliğim var ancak, hiç bir tanesi bu seferki kadar koymadı bana. Ettiğim küfürlerin çeşitliliği, rahatlıkla babaannelerin anneannelerin orjinal sözlerini tarihe gömerdi, o kadar söyleyeyim.


Beşiktaş'a yürümeye devam ettim küfürler ile birlikte. Açlıktan bayıltmak üzere olan mideyi memnun ettikten sonra, yorgunluktan öldürmek üzere olan vücudu da memnun etmek gerekiyordu. Eve gelip uzandığım yatakta sızıp, odaya yansıyan yoğun kırmızı bir ışığa uyanmak da günün son garip aksiyonu oldu. Resimde görülen yer karşı binadaki bir daire. İyice kerhaneye döndü taksim anasını satayım.. Neyse.
Uzun oldu ama sıkıntıdan, uyku getirdiyse affola..


taksim

  1. gravatar

    # by Lev Kom - 11 Haziran 2009 01:50

    çamaşır hikayelerinde kendini otistik sanıyorsan gönlünü ferah tut
    Daha otistiğini her gün aynada görüyorum...
    ayrıca ışık da gelince çağrışım yaptı, Grönland iyi gelir erken olacak ama...

  2. gravatar

    # by stalker - 11 Haziran 2009 11:31

    o saatte tramvaya binmeyen ya istanbula yeni düşmüştür ya da fazla çamaşır makinesi izlemiştir ehehe

  3. gravatar

    # by taksim - 11 Haziran 2009 12:18

    ikincisi daha doğru sanırım, bir daha da gitmem çapa benim için bitmiştir :D