Kombine Kart Tasarımları
Sanıyorum ki benim gibi bir çok taraftar, bu sene kombine kartını eline aldığı zaman hayal kırıklığına uğradı. Kartlar dağıtılmaya başlamadan evvel tasarımları yayınlamamışlardı bildiğim kadarı ile, merakla bekliyordum bu sezon nasıl olacak diye. Geçen sezon nostaljik tasarımlar yaptıkları kartlara bu sezon daha orjinal bir tasarım uygularlar diye umut etmiştim. Gel gör ki, tasarlayanın 10 dakikasını bile almamış yeni sezon kartlarının üzerine konan görüntü. Biz ne zaman kupaların takımı olduk merakla sorarım ey büyük (!) yönetime.. İki kupa almak tabîki şeref veriyor, gurur veriyor ama, utanmasak osuruğumuzun üzerine zımbalayacağız şu iki kupa resmini..
Yeni sezon için genel anlamda hiç bir tasarımdan memnun değilim, yönetim bu işe el koymalı artık.. Umurlarında olursa artık..
Yazık ya düşündükçe canım sıkılıyor, koca sezon cebimizde taşıyacağımız güzide kartlarımızın üzerinde taraftarı, Beşiktaşlılığı, geçmişimizi anlatan bir ibare beklerken kupalar arasında logomuz, üzerinde Kupaların Kartalı yazısı..
Hak ediyoruz aslında taraftar olarak, bizim bakış açımız oldukça değişti yeşil çimlere de, bu konu endüstriyel futbola kadar uzar, gider.. Kesmek en iyisi...
Neyse..
taksim
Yine, Yeniden.. TOTEM
Bir önceki postun sonunda söylemiştik, yeni sezonla birlikte, totemlere kaldığı yerden devam edeceğiz diye. Görünmez güçlerin varlığına, totem diye girdiğimiz şekillerin/uğradığımız zararların kaderleri değiştirebileceğine olan inancımız ile bir sezonu devirmiştik geçen sezon. Daha önce bakmamış ve ..tir lan ordan öyle iş mi olur diyen var ise "hala", geçen sezonun iki totemine yeniden göz atabilir mesela.. burası, burası, burası, burası, burası, burası sonra da burası.. Asıl babası için ise; buraya tıklanabilir..
2 Ağustos ile birlikte yeniden takipteyiz.. Şimdi, atemdir totemdir demeyi bırakıp, sezon boyu işimize konsantre olma zamanıdır..
Haydi yolumuz açık olsun :)
taksim
Super Kupa Güzergahları; Sticker ve Akbil..
Beşiktaş :0 Porto :0
Öncelikle değinmek istediğim konu, maçın saati.. Abi 23:30 ya, ayıptır diyeceğim, ayıp da olmayacak saat farkı yüzünden.. 00:30'da, kafenin kapısında duruyorsun niye ? İkinci yarı başlayacak.. :) Komedi..
Neden bilemiyorum ama maçtan önce zevkli geçecek lan diye düşünüyordum, öyle de oldu gerçekten. Beşiktaş yine "Sağlam Takım" havası verdi, orta saha top rakipteyken olabildiğine sert ve geçirmez, top bizdeyken de saldırgandı.. Fink bu yeni çehrenin yeni gizli kahramanı olacak sanıyorum ki.. Ernst ile birlikte hem topu kesiyorlar, hem dağıtıyorlar. Cisse-Ernst ikilisindeki biri hücum, biri defans şeklini pek göremedim bu adamlarda.. Daha çok ikisini birden karıştırmışlar, uyumu yakalamışlar gibi duruyor.
Orta sahayı övmeme rağmen, ortasaha olarak başlayan Holosko, Uğur ve Serdar oldukça kötü oynadılar kaldıkları süre boyunca. Özellikle Serdar ben hiç düzelmeyeceğim, hep böyle rezalet oynayacağım sinyalini yine verirken, Holosko topa gitmekten kaçtı. Dolayısı ile adını bile zor duyduk, tek önemli pozisyonda da eliyle oynamaya kalktı, smacında top auta çıktı. Gecenin bu vakti yabancı sınırlaması konusunda kafa patlatamayacağım ama, yerlerine Nihat, Tello ve Nobre güzel oturur gibi duruyor..
Defansa laf söyleyemiyorum. Sağda Erhan, İsmail kadar göze batmamasına rağmen iyi sayılır. Catania maçında pek olumlu bakmamıştım ama heyecanını üzerinden atamamış diye yorumlayabiliriz. Anlatılanlardan mütevellit Rıdvan o formayı kapar gibi geliyor.
Deli İbo oturup haline şükretmeli.. Köybaşı bir iki sezon evvel gelseydi kendisi şimdi spor yazarlığı yapıyor olurdu büyük bir ihtimalle. Yine de Deli'nin olması avantajdır. Yıllardır ilk kez alternatifli bir sol bekimiz olmuş oldu böylece..
Mateo-Sivok ikilisi de oturmuş gözüküyor yalnız bu "oturma" sağ bekte veya ön liberoda değerlendirilme olasılığı kalmamış Toraman'ı olumsuz etkiler mi, orasına bakmak lazım.. Daha göremedik Toraman'ı formasıyla, umarım hocanın planları arasında yer alıyordur.
Bobo bir önceki maça oranla hareketliydi, direkten dönen şutu girse, maçın yıldızı da olurdu hatta.. Nobre girdikten sonra oyundan düştü sanki, pek görünmedi.. Sonra da çıktı zaten..
Ve Nihat.. Bi garip oldum oyuna girerken 8 numarayı da görünce.. Bir iki kere top alabildi, onlarda da kumaşı gören görmüştür, daha fazla yoruma gerek yok sanıyorum. Frikik de girseydi, geldiği gibi efsaneleşebilirdi, olsun :)
Tek tek bakıldığında buna benzer incelemeler yapmak mümkün.. Bunun haricinde, takımın duran toplar konusunda çalışmaya başladığını seziyorum. Özellikle kornerler bilinçli olarak ön direğe veya dipten keserek penaltı noktasının biraz uzağına yollanıyor. Tabi isteneni yapabilecek bir ayak geçmediği için köşe gönderine, çoğunlukla ortalar boşa gidiyor ama düzelir diye umut ediyorum.
Ayrıca sahanın zemini nasıl rezaletti öyle, şaşırdım. Koskoca Villareal kullanmıyor muydu bu stadı ? 19 Mayıs'ın eski halinde oynansa daha rahat ederdi topçular..
Nitekim namağlup olarak bitirmiş olsak da, elendik Peace Cup'dan. Herkes o ihtimali konuşuyordu ve inanılmaz da isterdim Fenerbahçe karşısına 2 Ağustos'ta PAF takımının çıkmasını.. Olmadı, yapacak bir şey yok. Ortalama 5 Saat sürecek bir uçak yolculuğunun ardından, yeniden Ümraniye'de çime basacak futbolcularımız. Sıcak olduğu kadar da faydalı bir kamp olmuştur umarım.
2 Ağustos için umutluyuz, sağlam görelim takımı yeterlidir. Süper Kupa'nın değeri bundan daha düşük benim gözümde..
Olumlu not aldı genel anlamda takım, aksini düşünen yoktur heralde..
Tebrikler Beşiktaş'ım..
taksim
Tadilat Sonrası..
Zor iş abi şu tadilat madilat işleri.. 1 Aydır ne eve girebildim bu sebepten, ne de internete.. Allahtan sezon arası idi ve transfer konusunda fazla hareketli olmadı Beşiktaş, kaçırdığımız nokta olmadı sayılır.. Dün gece itibarı ile bilgisayarı vs.'yi kurarak yeniden internete adım atabildim..
1 Aylık bir aranın ardından odamda, yatağımda uyuyabilmek de çok başka bir duygu.. Evim, güzel evim..
...
Askapuska olarak, önce kafa tatili yaptık, sonra tadilata girdik yazamadık, 10 gün sonra da yıllık izine çıkacağız nasipse.. Bu sezon arası fazla boş geçti, yazı da çıkmadı doğal olarak. Sorumsuzluk veya ödevimi yapmamış/sınava çalışmamış gibi hissediyordum ne zamandır.. Ufak ufak yeniden başlayacağım yeni sezon ile birlikte ben de..
Beşiktaş'ı, mabedi fena özledim bu süre zarfında.. Catania maçı özlemimize iyi geldi.. Lyon maçının da 2. yarısına yetişebildim iş yüzünden. Takımda futbol zekası olarak düşük adam kalmayınca, hücuma çıkarken kaybedilenler haricinde takım iyi tutuyor ayağında topu, paslar falan yerinde.. İyi idik veya kötü idik konusunda bir şey söyleyemiyorum.. Kendim karar veremediğim gibi, benimle maç izleyen arkadaşların yarısı felaket yorumu yaparken, yarısı da beğendi oyunu nasıl oluyorsa :)
Bugün biraz daha kendine çeki düzen vermeyi başarmış bir takım bekliyorum. Hücuma etkili çıkma konusunda sıkıntıları aşabilir isek, defanstan çıkarken daha az hata yapar isek, 2. yarının ortalarında kopartabiliriz maçı.. Fizik gücümüz geçen seneki gibi.. Ortada da 2 panzer iyi top yapıyor.. Köybaşı efsane olacak.. Lyon'a yazıyordu ama kaleciyi geçemedi, bu maçta yazsın istiyorum..
Bir de çok geç anasını satayım, allahtan dolmuş var Beşiktaş-Taksim arasında.. Justin'e de çok yüklenme olur bu gece.. :)
Zevkli olacağı kesin, Kazanan Beşiktaş olsun umarım..
Yarı Finalde görüşmek üzere..
taksim
Sivasa Laila mı açıldı?
Bugün ki maçtan sonra Bülent Uyguna sormak istediğim tek soru bu. Umarım bir basın muhabiri bu cesareti gösterebilir. Sivasın Anderlecht önünde aldığı skor biraz bu işin içinde olanlara pek süpriz olmamıştır amaçoğu insanın içinin yağları da eridi bu gece. Bunun tek sorumlusu Bülent Uygun isimli şahıs.
Tek doğrusu verdiği sözlerin bazılarını yerine getirmesi, "5 yeriz" dedi bu gece ilk sözünü tuttu. Şu takım fark atmış bu takım fark yemiş konu Beşiktaş dışında olunca pek umursamam ama Bülent Uygun her lafın altını boşaltarak durumu bu boyutlara getirdi. Ben Anadolu çocuğuyumla başlayan serüvenleri Lailara, kırk fırın ekmek yese yanına yanaşamayacağa klüplerin geçmiş skorlarına laf atmalara kadar gitti. Sivasın zaten bu kadroyla görüp görebileceği en fazla yer şimdilik bu kadar ama Bülent kendi oluşturduğu antipatiklikle geçmiş günlerini daha çok arayacak.
"Biz birinciyiz Beşiktaş şampiyon" diyen Bülentten yeni vecizeler bekliyoruz Anderlecth maçından sonra. Bir kaç örnek verelim yardımcı olması mahiyetinde "Biz şampiyonuz Anderlecth turu geçti" "Geçen sene uefaya gidebilseydik her şey daha farklı olurdu" kullan bunları Bülent telif hakkı istemeyiz.
oneblood
Son Holigan
dostların var özleyip içten seven
yakışmamış son elbisen büyük sanki iki beden
Zapo Bursa Yolcusu
Posted by taksim in zapo bursa beşiktaş transfer on 23 Temmuz 2009 Perşembe
Ferrai geldikten sonra gideceği günler için saatler sayan Zapo eski hocasının klübüne doğru yol almış. Basında çıkan haberlere fazla inanmak içimden gelmese de bu habere inanmak istiyorum çünkü Zaponun İstanbuldan uzak kalmamasını can-ı gönülden istiyordum. Bir gün Beşiktaşa geri dönmesi için değil tamamen insanı bir istek benimki. Zapo ve ailesi her yabancı futbolcu gibi İstanbula aşık olmuşlar ayrılmak istememişler hatta ayrılık olmaması için Kasımpaşaya bile gitmeyi göze almıştı bizim sarı. Şimdi gideceği yer İstanbula bir iki saat uzaklıktaki bir şehir, ailesini yanında taşımasına gerek yok eğer bırakın Türkiye dışında tuhaf bir takıma gönderilmesine İstanbula uzak bir anadolu şehrine gönderilseydi kendime bunu dert edinirdim çünkü böyle durumlarda kendimi hep futbolcuların yerine koyarım dertlenirim sanki karımdan çocuklarımdan beni ayırıyolar gibi gelir, bendeki aile kavramı herşeyin üstüne çıkabiliyor bazen. "Milyon dolarlar alıyorlar nolucak ailesinden uzak kalsa" laflarını da direk duymamazlıktan gelirim şimdiden belirteyim, zaten hayat sıralamanızda para herşeyden önce geliyorsa bu blogda ki yazılar size göre olamaz.
oneblood
Beşiktaş ve Hakem için kavga
Bu yazıyı yazmak için kafamda çok kurguladım nasıl anlatayım falan diye ama çıkamadım işin içinden, sanırım benden bir ahmet altan olmayacak olmasın da zaten neyse esasında bu bir giriş yazısı olmalı ama bu tarz şeyleri pek beceremem bana kendini anlat deseler saniyesinde vereceğim cevap "nasıl yani" olur. Yazıda başımdan geçen olayı anlatırken belki beni biraz tanırsınız ya da tanımazsınız hoşunuza giderse bakarsınız ilerde takip edersiniz o zaman yavaş yavaş "he bu da böyle bir manyakmış" dersiniz orası size kalmış.
Hayatımda tatil yöresi olarak hep tek yer bildim çünkü kendimi bildim bileli her yazımın 2 ayını orada geçirdim. Annemin doğup büyüdüğü halen teyzemle dayımın yaşadığı yer Gökçeada. Hikayenin baş kahramanlarından biri dayım. Dayımın benim hayatımdaki yeri Babamla Beşiktaş arasında bir yerdir. Beni babam Beşiktaşlı yaptıysa da daha sonra bu hamuru yoğuran kişi hep dayım olmuştur. Dayım gençliğinde bursada bulunmuş amatör futbolculuk yapmış yaşı belli bi seviyeye gelince de amatör maçlarda hakemlik yapmaya devam etmiş. Bir çok şilti madalyası falan var. Madalyası niye varsa sanırsın kore'de savaşmış.
Bundan 10 sene önce yine bi yaz günü kapının önünde otururken bir belediye arabası kapının önünde durdu şöförün yanında oturan adam "bülent abi hazırmısın" dedi dayım da haydi diyerek arabaya bindi sonra da eliyle gelin işareti yaptı. Ne olduğunu pek anlamasam da sorumun cevabını hemen aldım. Şöförün yanındaki adam takımların adlarını söylüyor maçın final maçı olduğundan dayımın onları kırmadığı için minnettar olduğunu falan söylüyordu geçmiş gün tabi herşeyi net hatırlamıyorum ama arabanın içinde o anki havamı hiç unutamam, bi an kendimi fifa organizasyonunda birazdan camp nouya final maçına çıkacak hakem triosundan biri gibi hissediyordum ama bu hayalim anca toprak sahaya gelene kadar sürdü. Arabadan inince ben hemen arkadaşlarımı görmüş onların yanına kale arkasına geçmiştim. Sahada tribün falan yoktu zaten saha bir okula aitti. Maçın ilk yarısı 30 dakika oynandı herşey normal gidiyordu oyuncular deli danalar gibi koşuyor her topa vuruluşta kocaman bir toz bulutu havaya doğru yükseliyordu, sahada teknikten çok kondisyon konuşuyordu ikili mücadeleler de illa birileri yerlerde sürünüyordu biz de o yaştaki fırlamalıkla herkese laf atıyorduk.
Esas ipin koptuğu sahneler ikinci yarının 20. dakikasında yaşanacaktı orta hakem dayım 25. dakikada maçı bitireceğini açıkladı! yenik olan takım haliyle noluyor falan dese de dayımın haklı bir sebebi vardı hava kararıyordu ve etrafta bırakın ışıklandırmayı tek bir sokak lambası bile yoktu araba farlarından ışıklandırma olmayacağına göre dayım söylediği dakika da maçı bitirdi ve ortalık o anda karıştı.
Kimse dayımın üstüne yürümüyordu ama sözlü sataşmalar sürekli artıyordu işte o anda bir cengaver olarak ben 10-15 kişiye dönerek "kesin lan" diye haykırmamla uçan yumruğu sağ yanağımda hissetmem bir oldu. Ben daha ne oluyor demeden kendimi 15 kişinin arasında kavga da bulmuştum gözümü kapamış herkese yumruk sallıyordum en son bir belediye çalışanının beni arabaya soktuğunu hatırlıyorum. Hasar fazla değildi üst dudağım patlamış başımda da hafif bi şişlik vardı çünkü ben gözümü kapadığım sırada maçı galip bitiren takımın oyuncuları kavgaya bizim saflarımızda katılmış, ben bunu sonradan öğrendim belki de bu yazının başlığı "beni linçten kim kurtardı" olmalıydı.
Bu hikaye şimdi bana ve okuyanlara çok komik görünse de benim hayatımda birisini korumak için gözümü kapayarak girdiğim ilk kavgaydı ya da dayak yemek girişimi. İşin trajikomik yani çoğu futbol maçında sözlü olarak baya haşır neşir olduğum hakemler bir hakemi korumak için kavgaya girdiğimi bilseler bana madalya takarlarmı? (bitmedi bu kore sevdası)
Bu olaydan insan tahlili yapmak çok zordur doğru ama o anda dayımın bana ettiği laflardan biri gelmişti aklıma "beşiktaşlı olacaksan geri durmayacaksın" asla duramıyorum...
oneblood
Vedat Okyar..
Temmuz...
Bardağı doldururken elleri titriyordu.. İnce belli çay bardağının kenarına çarptı elindeki şişe doldurmayı bitirirken.. Gazete kağıtları ile sarmalayıp, ucuz mezeler ile süslediği ufak masasına baktı bir saniyeliğine.. Şişeyi masaya bıraktı, sürahiye uzandı; İnce Belli'de kalan boşluğa da su ekledi.. Saydam olanın, diğer saydam olanla buluşunca beyaza dönüşmesini izledi yavaştan bulanıklaşan gözleriyle..
Masanın ucunda, karşısında otuyormuşcasına durmuş minik siyah el radyosundan gelen, kısık sesli müzik dışında ses yoktu salonda.. Radyonun cızırtılı sesi bugüne kadar rahatsızlık vermemişti hiç, bazen anlaşılmaz kılsa da çaldıklarını, ellemezdi düzeltmek için..
Yine 1 temmuz gecesiydi işte.. 30. yaşına girecekti bir sonraki gün.. İki odalı, zemin kattaki evinin salonunda, İnce Belli'si ve radyosu ile başbaşaydı..
Temmuz ayı, acı veriyordu vermesine zaten ama, 1 Temmuz'u 2'ye bağlayan gecenin yükü çok daha ağır idi. Evlenmeden hemen önce, dost vasıtası ile buldukları iki odalı bu zemin kattaki dairelerine girmek istemiyordu bedeni koca ay boyunca.. Girdiği zaman da sofrayı kuruyordu emektar elleri, beynin emirlerini beklemeden.. Ölmek demekti her sene, bir gün..
...
Üniversite okuyamamasına rağmen, terzilik yapan babasından iyi kapmıştı mesleğini çocukluk yıllarında.. Okula gider gelir, babasını seyrederdi tezgahın üzerinde.. O da anlatırdı işin inceliklerini bir bir oğluna.. 22 yaşındayken, babası öldüğünde ahşap girişli terzi dükkanı ona kalmıştı. O da ekmek teknesini sahiplenerek hem terzilikte ustalaşmış, hem de aileyi geçindirmeye adamıştı kendini..
Baba da O da, babadan Beşiktaş'lılardı.. Ellerinden geldiği kadar maçlara da giderlerdi.. Açık tribünün uzak bir yerine oturur, maç bitene kadar taktik tartışırlardı gittikleri zaman.. Uyuşmazdı pek anlayışları futbol konusunda.. Babası genelde isyan ederdi takıma, O takımı savunurdu babasına..
Bir büyük galibiyet sonrasında karşılıklı tokuştururlarken kadehleri, babası o An'ın keyfi ile söz vermişti bir çubuklu forma dikmeye.. Ufaktan başlamıştı dikmeye formayı hatta, ama bir türlü bitirmeye fırsatı olmamıştı adamcağızın..
...
Aylar geçmişti üzerinden babasının vefatının..
İş yoktu pek o gün, birden aklına geldi Baba Sözü.. Terzi koltuğunun arkasındaki, dededen kalma kahverengi sandığa uzandı elleri, yarısına bile gelinmemiş müstakbel formasını çıkarttı yerinden..
Arada bir gözleri dolarak, arada bir kendi kendine gülerek dikmeye başladı yeniden formayı..
Bir buçuk saat geçmişti makine üzerinde.. İnce ince, detaylandıra detaylandıra dokuyordu bir siyahı, bir beyazı.. Yarısına geldim sayılır dedi kendi kendine dikmeye devam ederken.. Gözleri doldu bir an, sonra tekrar işe verdi kendisini..
O sıra duruma olan konsantrasyonundan, her zaman gürültülü açılıp kapanan ahşap kapıdan gelen sesi duyamamıştı ..
Sigara izmaritinden dolayı kaplamasının köşesi delinmiş, minderli yeşil koltuğa oturdu giren kız;
"Pardon" dedi..
Kafasını kaldırdı bizimki, "Ha, özür dilerim dalmışım, nasıl yardıamfm olavilierm..." diyemeden boğazdan dizildi sözcükler.. Büyülenen gözleri, bir süre karşıdakilerden başka bir yere bakamadı..
Bir daha kendini bakakalmaktan alamayacağını anlaması da uzun sürmedi..
...
Kızın terziye gelişinden sonra beş sene geçmiş, evliliklerinin de birinci yılı yeni bitmişti.. Paçaları düzeltilecek bir pantolon sayesinde başlayıp, hızlı filizlenen bir aşkın bu iki yarısı, 4 senelik birlikteliğin ardından evlenmişti.. Her sabah uyandıklarında, her akşam buluştuklarında, her dokunuşlarında, her bakışmalarında yeniden aşık oluyorlardı birbirlerine..
Yarısı ancak bitmiş çubuklu forma da yeniden çekmeceye geri dönmüştü beş sene önce o akşam .. Arada bir aklına geldiği zaman, yapayım şu formayı diye söyleniyordu kendi kendine.. Kızıyordu bir yandan, babasına haksızlık ediyormuşcasına hislere kapılıp üzülüyordu.. Maçlara gitmeye de yeniden başlamıştı, takım bu sene iyi sayılırdı hatta.. Babam görseydi keşke diyordu hep maçlardan dönerken, izleseydi takıma kızmazdı bu sene, emindi..
...
1 Temmuz'du tarih.. Gün boyu İstanbul'u kavuran sıcak, yerini akşam serinliğine bırakıyordu yavaş yavaş.. 27 yaşını bitirişini kutlayacaklardı sonraki gün birlikte.. Dükkanı kapadıktan sonra birlikte Beşiktaş'a ineceklerdi eşi ile, sahili dolaşacaklardı Bebek'e kadar.. 6'ya doğru gelirim, hem alışveriş yaparız hem de vakit geçer demişti sabah telefonda o hayran olduğu kadife ses..
Ama sözleştikleri saat geçmesine rağmen gelmemişti hala eşi dükkana.. Sıkıntıdan dükkanın önüne çıkmış volta atarken, sokağın köşesini kesiyordu.. Bir mesai, fazlasıyla özlemek için yeterli zamandı.. Ne zaman buluşsalar yeniden, doya doya sarılırlardı uzun süre birbirlerine..
Yarım saat gecikme fazlaydı dükkan ile ev arası için.. Stres yerini endişeye bırakırken, beyin vücudu sakinleştirmek için çaba sarfediyordu ama başarısız sayılırdı..
10 Dakika daha geçti.. Adımları hızlanmış, sinirden terlemeye başlamıştı durduğu yerde.. Telefonu çaldı, çalar çalmaz açıverdi.. Beklediği o kadife ton yerine karşısında bir erkek konuşunca şaşırdı.. Öncelikle lütfen sakin olun şeklinde başlayan konuşma paniklemesine yetti, sadece hastanenin ismini özümseyebildi beyni duyduğu kelimeler arasından..
Anahtarı aldı masadan, hoyratça kapısını kilitledi dükkanın ve koşmaya başladı..
...
Akrep ile yelkovan 12 rakamı üzerinde buluşmak üzere idi .. Alkolden uyuşmuş aklı yine o geceye gitti.. 4.5 saatlik bekleyişin ardından almıştı haberi.. Umutları da, geleceği de, geçmişi de çöküp gitmişti doktorun kaybettik, başınız sağolsun sözü ile birlikte.. Ne yaptığını bilmez bir halde sabaha kadar ağladığını hatırladı, boğazı düğümlendi, gözlerini kıstı..
İnce Belli'sine şişenin dibini de doldurdu.. Kalan azıcık boşluğa suyu ekledi, beklemeden büyükce bir yudum aldı, suratı buruştu..
Duvardaki eşinin resmine kaydı gözleri sonra.. Her sabah bakardı, her bakışı acı verirdi ama yine de kaldırmamıştı o balayında çektiği fotoğrafını eşinin..
Bu seferki acı daha kötüydü, midesinden parçalanarak dışarı çıkmaya çalışan iç organları zorluyordu sanki boğazından dışarıya doğru..
Çok özledim diyebildi güçlükle.. Daha sözünü bitiremeden, o ana kadar direnmiş yorgun göz kapakları fazla direnemedi göz yaşlarına.. Çökmüş yanaklarından süzülürken acıları, ince belli bardakta kalan son yudum için kaldırdı kadehini duvara; eşi öldükten sonra günlerce durmaksızın çalışarak bitirdiği ve astığı çubuklu formaya doğru..
Şerefe dedi..
Alkol boğazını yakarak midesine doğru ilerlerken, radyonun ufak hoparlöründen şarkının son dizeleri çıkıyordu..
"Kim bilir kaç yıl daha, sürgün çeker bu gönül..
Seninle olmak var ya, yeniden doğmak var ya.."
Gözlerini kapattı, hıçkırıklara bıraktı kendini..
*gerçek ile alakası yoktur..
taksim
Matias'ın Yerine Çözümler..
Şu adamı bir türlü sevemedi bütünüyle bizim taraftar. Homurdanmalar şeklinde süregelen bir ilişkisi vardı tribün ile arasında, devrearası Yusuf'un gelişi, ses çıkartamayanların da iyice Yeter la delgado diyebilmelerine olanak sağladı..
Neyse.. Sezon bitti, adamın sakat sakat bir sezon geçirdiği ve ameliyat olması gerektiği gerçeği ortaya çıktı.. Haa bak adam bu yüzden yeterince istikrarlı oynayamamış dedi mi kimse, sanmıyorum ama uzun bir süre 10 numaralı formasıyla göremeyeceğiz kaptanı.. Nihat'ın gelişinin ardından da 2. kaptanlığa terfi edecek kendisi tahmin edilyorum ki.
Şimdi, haberlerde Delgado'ya alternatif olarak yönetimin bazı isimlere yöneldiği söyleniyor. Dün Quaresma manşetlerdeydi, bugün Tabata, Yıldıray ve Chelsea'dan genç bir oyuncu.. Biraz kafa patlatalım..
Öncelikle Delgado'nun oynamayacak olması Beşiktaş için kuşkusuz bir eksidir, telafi edilmesi gerekir. Delgado sezon ortasında formasına kavuşabilecekse bu durum, ya yerli transfer ile ya da kadro içinden düzeltilebilir. Zaten hali hazırda yeni bir yabancı için kontenjan bulunmamasının ötesinde, Zapo'nun durumu bile netleşmiş değil..
Yerli transferi seçeneğinde o bölgeye alınabilecek Özer Hurmacı ile Topuz vardı.. Topuzun meşgul etmesi sebebi ile veya gerçekten ilgilenmedikleri için Özer'i de kaçırdık elimizden. Halbu ki bize gelseydi çok daha verimli olabilirdi -fenerde görmedik daha ama, alex varken işi zor-. Bu iki adam haricinde, Delgado yokluğunda sırıtmayacak bir adam gelmiyor aklıma Türkiye'den. Zaten benden önce çok kişinin aklına gelmiş olurdu öyle bir ihtimal olsaydı herhalde :) Yıldıray transferini düşünmek bile istemiyorum ayrı olarak.. Oynadığı futbolu ve kendisini sevmememden ziyade, geçen sezon sadece 6 maçta forma giyebilmiş, sakatlıklarla başı dertte ve yaşı 30 olan bir oyuncu, Beşiktaş için ziyandır bana göre.. Sözleşmesi de devam ediyormuş madem, boşuna bonservis ödemeye gerek yok..
Hal böyle olunca, durumu mevcut kadrodan yama ile çözmek en mantıklısı.. Elimizde, Delgado'nun pozisyonunda zaten yarım sezon oynayarak başarılı olmuş -her ne kadar sindiremesem dahi- Yusuf, jokerimiz Tello, karakutu Fink ve kaptan Nihat var.. Delgado'dan sol açık yaratma konusunda inatlaşabilen bir hocaya sahibiz ve aynı hocamız bu 4 futbolcuyu değiştire değiştire 10 Numarada rahatlıkla oynatabilir.
4'lü defans oynayacağımız konusunda şüphe yok yapılan transferlerden sonra... Yalnız hoca bildiğimiz gibi anlaşılmaz ve sürekli değişken bir orta saha-hücum düzeni oynatıyor -veya ben bir türlü çözemedim-.. Önde oynayacak 3'lü veya 4'lü için rahatlıkla oyuncu kaydırması yapılabilir mevcut kadrodan.. Zaten yarım sezon sonra Delgado da yerini alacak..
...
Bekleyip göreceğiz.. Umarım ters şeyler olmaz ve Delgado ile yolları ayırma yoluna gitmez yönetim.. Denizli maçından sonra havaalanında sözü var bana kendisinin de.. Gitmeyeceğim, kalacağım demişti. Tüm hesaplarımı gitmeyeceği üzerinden yapıyorum bu yüzden.. Umuyorum ki ilk yarı sonuna kadar takıma geri dönecek ve ligin ikinci yarısına bomba gibi başlayacak..
Yanıltmazsın beni umarım Kaptan..
taksim
Ferrari'nin Gelişi..
Baktım baktım, bi garipsedim.. Hani havaalanında fazla kişi olunca pek sırıtmıyo bu tarz ama, komik geldi 20 kişinin araba camını yumruklaması araba ilerlerken..
Oradakilerin çoğu tribün için zirve isimlerdi.. "Büyük Başkan" tezahüratının saçmalığını yine es geçiyorum, içime atıyorum ama; efendi gibi dizilip, bir çiçek vererek veya tokalaşarak başarılar dileyebilseydi o taraftar, güzel olurdu işte o zaman..
O zaman belki bir sinyalini vermiş olurduk "Akıllı ol, çArşı burada"nın..
Ne bileyim.. Canım sıkıldı..
Hayırlısı olsun, Sivok ile iyi anlaşsın umuyorum..
Devam..
Sessizlik diyorum yürürken toprak yolda, ne manyak bişeymiş.. Bayadır böyle bir An'ı istemiş bünye meğer, şimdi fark ediyor..
Eski günlere gidiyorum beynimde...O toprak yola çıkarken velet halimle maç yapmaya gitmek için, kenardaki çimlikte bulunan tek erik ağacından topladığı erikleri benimle paylaşan kız geliyor aklıma.. Gülümseme ile karışık; esmer tenini, elmacık kemiklerini saklayan tombul sayılabilecek yanaklarını ve kapkara gözlerini, siyah saçlarını hatırlıyorum eskilerden..
Küçüklüğümden beri gittiğim Bodrum-Kadıkalesindeki tatilköyü.. Güzel anı olarak geride bıraktığım herşey aklımda yeniden canlanıyor, yolu yarılıyorum bu arada.. Mutluluk veriyor düşünmek kimse yokken etrafta.. Kendi kendime dalmış giderken ayağım takılıyor yolda taşa bir an, hay ...na koyim diyorum yere düşmekten son anda kurtulurken..
Yolun sonuna, taş sahaya varıyorum. Güneşin tepede kaldığı son saatler.. Minyatür kalelerinde çocukluğumdan bu yana her Haziran öğleden sonrası, içinde yer aldığım karşılaşmalara ev sahipliği yapan taş saha.. Bir tanesi tamamen eğilmiş iki basketbol potasına sahip, kenarları delik teller ile, delik telleri de dikenler ile çevrili taş saha.. Her sene söylememize rağmen bir türlü bakımı yapılmayan taş saha (!)
Kadrolar kuruluyor ve maç başlıyor..
Bizim takım, rakibe göre oldukça kuvvetli... Eskiden beri birbirini tanıyan adamların aynı takımda olması, pas trafiğini kolaylaştırıyor ve çabucak öne geçiyoruz... Yılda bir kere buluşup maç yapmamıza rağmen, eskilerden kurulu takımımız coştukça coşuyor.. Bir golümüz var ki hatta, Barcelona gibiyiz.. Golü atınca anırıyoruz hayvanlar gibi ohaa eveet yuhaa şeklinde.. 11. golden sonra -6'da devre, 12'de biter- bizim takıma baya baya rehavet çöküyor. Minyatür kale maçı bu, en fazla 1 veya 2 kişi kalır geride, son gol için onlar da yerlerini asmaya başlıyorlar..
Rakip üst üste 3 gol birden atıyor bu rehavetten faydalanarak ve 11-7 yapıyor durumu.. Bir gol ile kazanabilecek kadar rahatken, geriden gelenin gazının da etkisi ile "atan kazanır" tadında bir mücadeleye dönüyor karşılaşma..
Onların gazı, bize binen stres, bağırma çağırmaların artması ve efsane bir geridönüşün ihtimali iyice kızıştırıyor ortalığı.. Maç döndü, dönecek derken korner oluyor lehimize. Ufacık kalenin önünde, karambolde top önüme düşüyor ve kaleye yollayıp maçı bitirme görevi de bana tesadüf oluyor.. 12-7
Tamam diyorum maçtan sonra, şanssızlığımı kırdım herhalde.. Çünkü genelde benim takımım maçlara fırtına gibi başlar öne geçer ve sonra geriden gelen takım maçı kazanır.. Böyle yenilmek hepsinden kötüdür.. Şeytanın bacağını kırdığım veya kırdığımı sandığım oh çekiyorum, genel kısmetsizliğimi de bitirir diye umaraktan.. Ama o kadar kolay olmuyormuş işte..
...
Son günüm tatilde.. Zaten toplasan 3 günlüğüne gelebilmişim iş dolayısı ile.. Bokunu çıkartmak istiyor tabi insan böyle kısıtlı zamanı olunca, her şeyi yapası oluyor.. Arkadaş gazı ile Jet-Ski yapalım diyoruz. Gidip fiyat alıyoruz, oradaki çalışan ablamız ile kanka oluyoruz hemen.. Hem ucuzdan veriyor Jet'i, hem de sizi fazladan bindiricem diyor, oo ablamızsın, canımızsın paralelinde teşekkür ediyoruz.. Kaldığımız yer, kiralayacağımız yere uzak ama aynı sahilde olduğu için, siz yorulmayın hatta ben sizi iskeleden aldırayım bizim botla diyor, obaa süper lan, ehehe tamam ablacım diyip zevkten erimiş bir vaziyette paraları almak için dönüyoruz yeniden bizim tarafa..
Zamanımız çok kısıtlı, hemen dönmemiz gerekiyor ki, bir saat sonra otobüse yetişmem lazım. Tatil bitiyor artık ve İstanbul yolu çekilecek..
Bot geliyor 10 dakika sonra, alıyor bizi götürüyor kiraladığmız yere.. Jet'e biniyoruz, önce ben sonra arkadaş kullanıyor.. -O kadar söylememe rağmen bizim "Hayvan" düşürüyor ikimizide spin atarken hatta :) -
Bitiriyoruz ama, Jet-Ski keyfi fena bişey.. İndikten sonra bize kıyak geçen abla ağzındaki baklayı çıkartıyor, siz bana müşteri getirin, benden size Jet-Ski beleş diyor.. Abovv teklife bak derken bizim arkadaş, ben kısmetime çatıyorum, bu gün dönülürmü arkadaş diye..
Getirdikleri gibi dönüşte de bot ile alıyorlar bizi, ortalama 300 metrelik bir sahil şeridini denizden kat ederek bizi aldıkları iskelemize bırakacaklar, amaç bu..
Sürekli gözüm saatte, hazırlanmak için evde olmam gereken zamandan 10 dakika gecikmedeyim o an ve iskeleden eve kadar 15 dakikalık bir yürüme mesafesi de var.. Neyse, adamlar allahtan bizi götürüyolar geriye derken, bir anda denizin ortasında motor susuveriyor.. Kullanan elemanın hay anasını şeklindeki sinirlenmesinden kıllanıyorum ve soruyorum ne olduğunu.. Aldığım cevap daha bir gün önce şans ve benim aramdaki ilişki konusunda kurduğum her şeyi yerle bir ediyor..
"Benzin Bitti" diyor.. "Oha" diyorum..
Allahtan arkadaşın yanında cep telefonu var, hemen arıyor kullanan eleman kiraladığımız yeri.. 2 dakika sonra Jet-Skiye binmiş biri bidonla benzin getiriyor bizim bota.. Takıyorlar benzini, kontağı çalıştırıyor..
Tık etmiyor motor.. Benzini pompalamak gerekiyor diyor botu kullananın arkadaşı, pompalıyorlar; yine tık yok.. 15 dakika geçiyor denizin ortasında, akıntı sayesinde kıyıya da yaklaşmış durumdayız.. Daha fazla dayanamıyorum beklemenin stresine ve atlıyorum bottan.. Sığ olan yere kadar sürüklenmişiz iyi ki, telefona cüzdana zarar gelmiyor.. Kıyıdan gitmem gereken iskele ile bulunduğum yer arasında ortalama 100 metre mesafe bulunuyor ve küfürler eşliğinde koşmaya başlıyorum..
...
Kumda koşmak zordur, bu yüzden top oynamak iyi antrenman sayılır kum üzerinde.. Bu bilginin, bilgi olarak kalmasını tercih ederdim o koşuyu yapmak yerine.. :)
Bavullardı çantalardı derken otobüse biniyoruz otogardan.. Rahat koltuk, kaptanın arkasının arkası.. Uyu uyan, baba ile sohbet et derken Susurluğa varıyor otobüs.. 30 dakika mola diyor hostes..
İnip, yemek yiyoruz.. Metro ile yolculuktayız, tesis de metro turizmin.. Otobüse dönerken bakıyoruz, valizler boşaltılıyor.. Hop bilader n'luyo falan diye el koyuyoruz diğer yolcular gibi duruma.. Abi otobüs bozuldu, sizi başka araca alacağız diyor muavin.. Haydaa, olmaz kardeşim, hay ..na koyim yaaa sesleri arasında, Sakinleştirmeye çalışıyorlar yolcuları...
"O sırada bizi Susurluğa getiren otobüs de bir güzel temizleniyor, kaptan hostesini çağırıyor ve otobüs tesisten gözümüzün önünde, sapasağlam bir şekilde ayrılıyor.."
...
Botun benzininden sonra, bozulan otobüs fazla geldi bir gün için.. Kısacık tatilde bile, geldi yine beni buldu anasını satayım.. Olduğu anda sinirleniyorum ama, sonradan da gülüyorum bu işe.. Banka ATM'sinden yarım 10 TL çekmiş adamım ben, yaa.. :) Para bildiğin yarım..
Ama anlatmak güzel hissettiriyor insana.. Verdiğim arayı da sonlandırıyorum yavaş yavaş böylece.. Kafamı kurcalayan diğer sıkıntılar da kendi kendilerine çözülsünler.. Bundan sonra başlarım sıkıntısına..
Bu arada kombinemi de aldım, yalnız B Blok S19 K10'u benden önce alan kişiye çok derin saygılar sundum, haberi olsun..
Bana da geçmiş olsun..
Ayrıca, Metro Turizmi tercih etmeyin..
Yeniden görüşeceğiz,
taksim