Temmuz...

Bardağı doldururken elleri titriyordu.. İnce belli çay bardağının kenarına çarptı elindeki şişe doldurmayı bitirirken.. Gazete kağıtları ile sarmalayıp, ucuz mezeler ile süslediği ufak masasına baktı bir saniyeliğine.. Şişeyi masaya bıraktı, sürahiye uzandı; İnce Belli'de kalan boşluğa da su ekledi.. Saydam olanın, diğer saydam olanla buluşunca beyaza dönüşmesini izledi yavaştan bulanıklaşan gözleriyle..
Masanın ucunda, karşısında otuyormuşcasına durmuş minik siyah el radyosundan gelen, kısık sesli müzik dışında ses yoktu salonda.. Radyonun cızırtılı sesi bugüne kadar rahatsızlık vermemişti hiç, bazen anlaşılmaz kılsa da çaldıklarını, ellemezdi düzeltmek için..
Yine 1 temmuz gecesiydi işte.. 30. yaşına girecekti bir sonraki gün.. İki odalı, zemin kattaki evinin salonunda, İnce Belli'si ve radyosu ile başbaşaydı..
Temmuz ayı, acı veriyordu vermesine zaten ama, 1 Temmuz'u 2'ye bağlayan gecenin yükü çok daha ağır idi. Evlenmeden hemen önce, dost vasıtası ile buldukları iki odalı bu zemin kattaki dairelerine girmek istemiyordu bedeni koca ay boyunca.. Girdiği zaman da sofrayı kuruyordu emektar elleri, beynin emirlerini beklemeden.. Ölmek demekti her sene, bir gün..
...
Üniversite okuyamamasına rağmen, terzilik yapan babasından iyi kapmıştı mesleğini çocukluk yıllarında.. Okula gider gelir, babasını seyrederdi tezgahın üzerinde.. O da anlatırdı işin inceliklerini bir bir oğluna.. 22 yaşındayken, babası öldüğünde ahşap girişli terzi dükkanı ona kalmıştı. O da ekmek teknesini sahiplenerek hem terzilikte ustalaşmış, hem de aileyi geçindirmeye adamıştı kendini..

Baba da O da, babadan Beşiktaş'lılardı.. Ellerinden geldiği kadar maçlara da giderlerdi.. Açık tribünün uzak bir yerine oturur, maç bitene kadar taktik tartışırlardı gittikleri zaman.. Uyuşmazdı pek anlayışları futbol konusunda.. Babası genelde isyan ederdi takıma, O takımı savunurdu babasına..
Bir büyük galibiyet sonrasında karşılıklı tokuştururlarken kadehleri, babası o An'ın keyfi ile söz vermişti bir çubuklu forma dikmeye.. Ufaktan başlamıştı dikmeye formayı hatta, ama bir türlü bitirmeye fırsatı olmamıştı adamcağızın..
...

Aylar geçmişti üzerinden babasının vefatının..
İş yoktu pek o gün, birden aklına geldi Baba Sözü.. Terzi koltuğunun arkasındaki, dededen kalma kahverengi sandığa uzandı elleri, yarısına bile gelinmemiş müstakbel formasını çıkarttı yerinden..
Arada bir gözleri dolarak, arada bir kendi kendine gülerek dikmeye başladı yeniden formayı..
Bir buçuk saat geçmişti makine üzerinde.. İnce ince, detaylandıra detaylandıra dokuyordu bir siyahı, bir beyazı.. Yarısına geldim sayılır dedi kendi kendine dikmeye devam ederken.. Gözleri doldu bir an, sonra tekrar işe verdi kendisini..
O sıra duruma olan konsantrasyonundan, her zaman gürültülü açılıp kapanan ahşap kapıdan gelen sesi duyamamıştı ..
Sigara izmaritinden dolayı kaplamasının köşesi delinmiş, minderli yeşil koltuğa oturdu giren kız;
"Pardon" dedi..
Kafasını kaldırdı bizimki, "Ha, özür dilerim dalmışım, nasıl yardıamfm olavilierm..." diyemeden boğazdan dizildi sözcükler.. Büyülenen gözleri, bir süre karşıdakilerden başka bir yere bakamadı..
Bir daha kendini bakakalmaktan alamayacağını anlaması da uzun sürmedi..

...

Kızın terziye gelişinden sonra beş sene geçmiş, evliliklerinin de birinci yılı yeni bitmişti.. Paçaları düzeltilecek bir pantolon sayesinde başlayıp, hızlı filizlenen bir aşkın bu iki yarısı, 4 senelik birlikteliğin ardından evlenmişti.. Her sabah uyandıklarında, her akşam buluştuklarında, her dokunuşlarında, her bakışmalarında yeniden aşık oluyorlardı birbirlerine..
Yarısı ancak bitmiş çubuklu forma da yeniden çekmeceye geri dönmüştü beş sene önce o akşam .. Arada bir aklına geldiği zaman, yapayım şu formayı diye söyleniyordu kendi kendine.. Kızıyordu bir yandan, babasına haksızlık ediyormuşcasına hislere kapılıp üzülüyordu.. Maçlara gitmeye de yeniden başlamıştı, takım bu sene iyi sayılırdı hatta.. Babam görseydi keşke diyordu hep maçlardan dönerken, izleseydi takıma kızmazdı bu sene, emindi..

...

1 Temmuz'du tarih.. Gün boyu İstanbul'u kavuran sıcak, yerini akşam serinliğine bırakıyordu yavaş yavaş.. 27 yaşını bitirişini kutlayacaklardı sonraki gün birlikte.. Dükkanı kapadıktan sonra birlikte Beşiktaş'a ineceklerdi eşi ile, sahili dolaşacaklardı Bebek'e kadar.. 6'ya doğru gelirim, hem alışveriş yaparız hem de vakit geçer demişti sabah telefonda o hayran olduğu kadife ses..
Ama sözleştikleri saat geçmesine rağmen gelmemişti hala eşi dükkana.. Sıkıntıdan dükkanın önüne çıkmış volta atarken, sokağın köşesini kesiyordu.. Bir mesai, fazlasıyla özlemek için yeterli zamandı.. Ne zaman buluşsalar yeniden, doya doya sarılırlardı uzun süre birbirlerine..
Yarım saat gecikme fazlaydı dükkan ile ev arası için.. Stres yerini endişeye bırakırken, beyin vücudu sakinleştirmek için çaba sarfediyordu ama başarısız sayılırdı..
10 Dakika daha geçti.. Adımları hızlanmış, sinirden terlemeye başlamıştı durduğu yerde.. Telefonu çaldı, çalar çalmaz açıverdi.. Beklediği o kadife ton yerine karşısında bir erkek konuşunca şaşırdı.. Öncelikle lütfen sakin olun şeklinde başlayan konuşma paniklemesine yetti, sadece hastanenin ismini özümseyebildi beyni duyduğu kelimeler arasından..
Anahtarı aldı masadan, hoyratça kapısını kilitledi dükkanın ve koşmaya başladı..

...

Akrep ile yelkovan 12 rakamı üzerinde buluşmak üzere idi .. Alkolden uyuşmuş aklı yine o geceye gitti.. 4.5 saatlik bekleyişin ardından almıştı haberi.. Umutları da, geleceği de, geçmişi de çöküp gitmişti doktorun kaybettik, başınız sağolsun sözü ile birlikte.. Ne yaptığını bilmez bir halde sabaha kadar ağladığını hatırladı, boğazı düğümlendi, gözlerini kıstı..
İnce Belli'sine şişenin dibini de doldurdu.. Kalan azıcık boşluğa suyu ekledi, beklemeden büyükce bir yudum aldı, suratı buruştu..
Duvardaki eşinin resmine kaydı gözleri sonra.. Her sabah bakardı, her bakışı acı verirdi ama yine de kaldırmamıştı o balayında çektiği fotoğrafını eşinin..

Bu seferki acı daha kötüydü, midesinden parçalanarak dışarı çıkmaya çalışan iç organları zorluyordu sanki boğazından dışarıya doğru..
Çok özledim
diyebildi güçlükle.. Daha sözünü bitiremeden, o ana kadar direnmiş yorgun göz kapakları fazla direnemedi göz yaşlarına.. Çökmüş yanaklarından süzülürken acıları, ince belli bardakta kalan son yudum için kaldırdı kadehini duvara; eşi öldükten sonra günlerce durmaksızın çalışarak bitirdiği ve astığı çubuklu formaya doğru..
Şerefe dedi..
Alkol boğazını yakarak midesine doğru ilerlerken, radyonun ufak hoparlöründen şarkının son dizeleri çıkıyordu..
"Kim bilir kaç yıl daha, sürgün çeker bu gönül..
Seninle olmak var ya, yeniden doğmak var ya.."


Gözlerini kapattı, hıçkırıklara bıraktı kendini..

*gerçek ile alakası yoktur..
taksim