Uzak..

defterimde kısa kısa notlar almışım günler hakkında.. ufak da olsa canımı sıkıyor hayatın gidişatı. her oynadığına umut bağlayıp skorları görünce hayal kırıklığı ile yeni kuponlara yelken açan bahisçi gibiyiz siyah-beyaz formalar ile.. sürekli bir umut-kahrolma psikolojisi var üzerimizde. hayat da buna paralel ilerliyor bu günlerde.

saat 10 a geliyor gece oldu olacak, istanbulda olanlar bile bilmeyebilir kemerburgaz diye bir semt vardır, sevgili'yi götürüyoruz eve.. belediye otobusleri en çok ne kadar hız yapabilir geyiği yapan var ise bir kez deneyebilir, özellikle akşam saatlerinde. boş yol, koca otoban.. kaptanlar da sınrları zorluyorlar ister istemez, o boş yolda iki ana durak arası da 40 dakikadan biraz fazla sürüyor.
karşı taraftan son otobuse bineceğim planı kurmuşum, oh dönerken takarım kulaklığı da süper moralliyim.. ineceğimiz durağa 2 3 durak kala karşıdan görüyorum geldiğini, içimde bir panik anlık, hani o an aç kapıyı kaptan deyip atıverecem kendimi karşıdan gelen 48 Göktürk - Mecidiyeköy otobüsünün önüne.. sevgili de geç uyanıyor, kaptana da işaret ettiremiyoruz o anlık heyecanda.. geçiyor, gidiyor son otobüs..
belki o bölgeye giden minibüsleri tuttururum inancı ile iniyorum otobusten o uğursuz durakta. bak haber ver bana merak ederim taam diyor sevgili, ok diyorum, içimden küfürler sayıyorum kadere kısmete.. bu saatte donuyorum, hava da buz gibi.. tek tük araba geçiyor, aklıma lisede arkadaşların karşı yakaya geçmek için çektikleri otostoplar geliyor, ilk arabaya kaldırıyorum eli.. semt ufak, herkes birbirini tanıyor, kesin. adam yanaşır gibi oluyor. aha lan derken basıp gidiyor. yine tek başımayım, ileriye doğru yürüyeyim diyorum, bir yandan da karizmayı çizdirmişim otostoptan uzayayım burdan modundayım. karşıdan benden yaşça büyük bir abi geliyor, yürüyüş istikameti bir arabaya doğru, aha diyorum bu kesin şimdi işinden dönüyor, takıl peşine oğlum bırakma, hemen yanaşıyorum, abi burdan otobus var mı bu saatte diyorum, nereye gidiyorsun diyor, mecidiyeköy abim diyorum, ana ocağı sıcaklığında gel diyor, ama o gel i duyan bilir.. beraber birkaç adım atıyoruz, onun olduğunu tahmin ettiğim arabanın yanından geçiyoruz. nereye lan diye düşünürken anlıyorum durağa gittiğimizi.. saatlere bakıyor duraktaki, otobus olması gerekiyor, birazdan gelir diyor. kafa göz dalasım geliyor orda ona, yok abi ben otostop yapacaktım ya ne güzel gidecektim diyemiyorum, durakta kalmak zorundayız teşekkürler abi diyorum. sevgili arıyor, ne yaptın diye.. elde var 0 diyorum, beklemeye devam.
o bölgeden bir otobus daha var, "eyüp" semtine gidiyor, oradan da geçebilirim ama yolu baya uzatmış olacağım, ortalama 40 dakika beklemişim zangır zangır titriyorum.. Eyübe giden otobus geliyor, bu otobusun de son servisi bu. bizim yalandan otostopçu abi gel buna bin, eyüpten taksime otobus bulursun diyor sırıtarak, lan git allahıma git diyecem, ağızdan yine teşekkürler abi çıkıyor.. efendiyiz ya, elden çare gelmez deyip biniyorum son gelen eyüp arabasına.. yol uzun, üşümüşüm de fena halde.. otobusun kliması mayıştırıyor en ön koltukta, otoban kayboluyor yavaştan gözlerimde, rahatlıyorum ve gözlerimi kapatıyorum..

Soğuk


hayat herkese gülmüyor diye bir laf vardır. gerçekten de öyle. bir de bence bu gülüşün bildiğimiz gülüşler gibi kademeleri var.hepimiz kendimize pay çıkartıyoruz ama kaybedenin de kaybedeni olduğu kesin.
sokaklar çok şeyi sakladığı gibi bir çok evsize de ev-sahibi durumunda, özellikle istanbul bu konuda türkiye lideri diye düşünüyorum. bok işte, görüyosun için acıyor ama bu bile laşkalaşmış, nasıl insan olduk lan biz sokakta yatana güvenemez duruma geldik..

yolda yürüyorum, istikametim aşı. - her ay, ay ortasında ismini söyleyemediğim bir alerjiye karşı aşı oluyorum 5 yıldır, bu yıl son işşalla - mekanımız aksaray, akşam saatleri, soğuk bir sonbahar akşamındayız, ufaktan yağmur çiseliyor. üst geçitten geçeceğim, merdivenleri çıkıyorum..
üstü açık geçidin üzerinde bir tablo var karşımda, kısım kısım su birikmiş yerin üzerinde oturan bir anne kız, göreni gördükçe üşüten bu karenin en can alıcı kısmı ise çıplak ayaklar.. anne de, çocuk da.. elden gelen bişey yok, of ulan bu hayatın adaletini deyip geçmek geliyor ancak elinden insanın. aşıya giriyorum, aklım orda kalmış durumda. karar veriyorum, çorapçı görürsem alacağım, yoksa kabusum olacak o çıplak ayaklar. enteresan bir tesadüftür, geçidin bitiminde çorap, iç çamaşırı vs. satan bir dükkan görüyorum, olum iyi iş yapıyosun lan diyerek bir güvenle içeri dalıyorum. iki rus türkçesi konuşan bayan karşılıyor, mekan iç çamaşırları ile dolu, stringler jartiyerler gırla.. en kalın çorabınızı görebilir miyim diyorum, erkek için mi bayan için mi diyor, bayan diyorum, nasıl bir şey istediğimi soruyor, en kalını hangisiyse diyorum, üşütmesin. yün b.k püsür uzatma işte ver de gideyim burdan diye bağıracağım da zor tutuyorum kendimi bu sırada. sonunda bir çift kalın çorap ile çıkıyorum mağazadan, memnunum hayır işi yapmış belediye başkanı edasıyla çıkıyorum geçit merdivenlerini.. aklımda bin türlü dialog var, nasıl vereyim, ne diyeyim, giydirsem mi yoksa diye düşünüyorum, bir yanım da oğlum istediğin kadar uğraş, sen gittikten 5 dakika sonra çıkartacak o çorapları, numara layn bunlar diyor, düşünmemeye çalışıyorum. Merdiven bityor, kafayı sağa çevirdiğimde boşluğu görüyorum, 10 dakika önce orada olan ana-kız çekmiş gitmiş, ben elimde bir torba, içinde bir çift kalın çorap..
Aşağıya iniyorum, canım sıkkın hemde nasıl. ulan nasıl olay bu iyilik yapmaya bile izin vermiyor hayat şeklinde melankoli melankoli konuşuyorum içimden, bir yandan yola bakıyorum, aksaraydan, taksime ..

kendim giyemezdim o çorapları. beynimi kemiren o çıplak ayak görüntüsünü, gece rüyalarıma girmesini engellemek için verecektim, kendimi rahatlatacaktım. evet "bi-şey yapmalı", kendi adıma da yapacaktım ama olmayınca da eve götüremedim.. Dolmuşta aklıma geldi, istiklalin tarlabaşına bakan dış köşesindeki çiçekçi abilerden birine gitti çoraplar, belki de gerçekten doğru yere gitti..
rahatladım.
biter.