Ofsayttan Deplasman Anısı


bir soru.. Ortalama 1.39 Kg gelen bir somut varlık, sanal veya hayali de olsa bir dünya yaratıp, bu yarattığı ortamı betimleyebilir mi ? Cevabı kesinlikle evet.. "beyin" ismini vermişiz bu varlığa, hepimiz de haberdarız.. Çok enteresan işlevleri olduğu ve daha araştırıldıkça yıllar içerisinde de bulunacağı kesin..bulunacak detaylar yanında belki bilim-kurgu filmler halt edecek, belki bilinen tüm gerçekleri bir anda silebilecek yeni doğrular meydana çıkacak; belki de bi-bok olmayacak.. :) ancak şu hali bile bizleri şaşırtmaya yetiyor..

fenerbahçe ile oynayacağız.. değişik bir hava var, biraz gri, biraz siyah.. öyle değil ama, sanki gün yeni ağırıyormuş gibi hatırlıyorum havayı..
Her fenerbahçe maçı farklıdır, aslında her derbi farklıdır.. öncesi, sırası, sonrası.. biletiydi gidişiydi.. hele yol uzunsa mevzu-bahis mekana, daha da bir güzel olur, tadından yenmez.. neyse.
bir limandayız, toplasan 50 6o kişi belki var, hepimiz dağınık duruyoruz.. enteresan olan şey, başka kimse yok o anda bize beyler ne yapıyorsunuz diyebilecek.. her kafadan bir ses çıkıyor, tam hatırlamyıorum ama, önümüzdeki tek mantıklı seçenek kayıkla geçmek.. gidilecek yerde mevzu olasılığı yüksek, o yüzden herkeste bir gerginlik almış başını gidiyor..
böyle zamanlarda korku-üşüme harici ufaktan da insanı titreten gerginlik hali tüm bünyemi sarmış, ben de uzaktan seyrediyorum tam kıyıda olanları.. bakıyorum, ama çıkartamıyorum neler oluyor orada.. Nereden buldularsa artık, bir kayığa doluşuyorlar hepberaber.. hepberaber kelimesini uzatarak okumakta fayda var çünkü, kayık toplasan 10-15 kişilik, ama söz bizde beste bizde taklit yok bizde ya, kayığa biniyor 30 kişi.. bir sağa bir sola sallanıyor, beyler yapmayın, beyler yavaş bağırışları arasında iki üç metre açılıyor 10 dakika öncesinin Kayığı, o An'ın feribotu .. bu noktada bir dip not "titanic'de beşiktaş taraftarı olsaydı, o kadar az kurtarma sandalına rağmen herkes kurtulurdu.."

ben binemiyorum veya binmiyorum, onu kendime; kendi beynim izah edebilir.. benim gibi binmeyen veya binemeyen 20 civarında taraftar daha bulunuyor o sıra limanda..
arkamı dönmemle beraber onları görüyorum.. hiçbirinin yüzüne ayrıntılı olarak bakamadım ancak, ne kadar sinirle geldiklerini hissediyorum o anda, hassiktir laaann alarmları çalmaya başlıyor beynimde.. Yapmayacağım iştir, kaçmak yerine, üzerimize saldıran çeviklere doğru yürümeye başlıyorum.. Hani ben onlar'dan değilim ya, hani ben masum vatandaşım ya.. O sırada sol kolum üzerimdeki siyah Swit'in içerisinde, alçıdaymış şekliyle duruyor, nasıl o kolun bu hale girdiğini sormayın, anlatamam.. doğal olarak sağlam birkaç tane yiyorum aralarında, pek hissetmiyorum aslında acısını, yere de kapaklanıyorum, ne de güzel yediler ehehe diye seviniyorum içimden, bikaç tane vurdular ama diğerleri fena olacaklar diye söylenirken kendi kendime; bir tane çevik yardım ediyor kalkmama.. kenara çekiyorlar beni, etrafımdalar sürüyle ama bende korku sıfırın altında, numaradan kol kırık, bide fenalaştık.. iyi yediler şimdi burdan sıvışalım modundayım.. bir yandan da emniyet amiriyle sohbete giriyoruz, şaşırmıyor değilim şimdi anlatırken nasıl yaptığıma.. İnönü stadı kapalısında sürekli gördüğümüz -adını unuttuğum- iri yarı beyaz tenli sempatik Çevik Kuvvet amirinden bahsediyoruz kısaca, tanıdığımı anlatıyorum, gülüyor.. kolum çıkıyor meydana nasıl oluyorsa bir anda, kol ile beraber foyamızda.. 10 saniye öncesinin madur'u, o An'ın sahtekarı oluveriyor... Ufukta sağlam bir dayak var, evet..

...

sabaha doğru bir saatti... terlemiş bir vaziyette uyandım, yine Çevik Kuvvet dolu bir rüya görmüş, şaşkın şaşkın gözleri karanlığa alıştırmaya çalışırken buldum kendimi.. Anlattığım limanı hiçbir limana benzetemedim düşündüysemde, hiçbir surat dahi hatırlamıyorum, hala aklıma net olarak kalan kare sandalın deniz üzerinde kalabilme çabası idi.. sandal çabalıyordu, taraftarlar değil detayı kaçırmayalım..
bir bardak suyun ardından belki devamını görürüm umuduyla -ki asla görülmez- tekrar yatağa uzanmadan önce, camdan dışarı baktım; hava biraz gri, biraz siyahtı..

sen, ben bide yılbaşı..

herkesin belirli bir konumu var dünyada. nokta gibiyiz, ama çapımız/çevremiz belli. hareketlerimiz sonuçları doğuruyor ve karşılaşacaklarımızı kendimiz belirliyoruz genellikle, her hareketin sonucunun nerelere varabileceği, olasılıklar dahilinde sıralı duruyor her atılan adımda diyerekten uydurabiliriz.. bir insanın doğduktan sonra belirli bir kader çizgisinde hayatını sürdüğü ve karşılaşacağı şeylerin önceden belli olan Anı'lar dahilinde olduğuna inanmıyorum, hepimiz ne ekiyorsak, onu biçiyoruz bana göre.. ama bazen de gerçekten insan iradesı dışında gelişip, ya doğrudan ya da dolaylı olarak kaleye gol olarak kaydedilen Anı'lar da yaşanmıyor değil..

resepsiyon masasında oturuyorum, çıkış saatime 10 dakika kadar var/yok.. yılbaşı için planı da kurmuşum en temizinden, istikamet izmit olacak, güzel de geçecek.. hiç böyle planlı programlı bi yılbaşı kutlamamıştım aferin lan arkadaşa, izni de ayarladık süper şeklinde geçiriyorum içimden tekrar tekrar.. 5 dakika önce müdür ile Muhammet isimli çalışan arasında, yanımda geçmiş dialogu çoktan unutmuşum ama daha sonra iyi hatırlayacağım..
resepsiyon bölümü ile havuzun arasında biraz mesafe var, uzaktan öksürük sesi duyuyorum, bitmeyen bir öksürük, durmuyor.. layn yeter amma kasıldın be kadın diyorum içimden, öksürükten çözüyorum cinsiyeti anında.. ufak bir detay var, öksürük sesi yaklaşıyor.. kadın bana doğru geliyor ve biraz ilerimdeki görüş açımda olmayan puf'a oturuyor, anlıyorum.. ortalama üç dakika var ilk öksürük ile o ana kadar ve durmuyor.. le havle vela guvvetene diye kalkıyorum masadan ve doğru bayanın yanında alıyorum soluğu.. hemen çakozluyorum bayan'ı.. bir haftadır kaldıkları için simasını çıkartıyorum.. anamm.. ablam benem ne oldu saa diyeceğim, bakıyorum durum gerçekten kötü, ben böyle dumur vaziyette yanına gitmişken ağzından belirli belirsiz çıkıyor; n...fe...zz. laa.mı.. yor...mm..
ortama hafiften bir klor/havuz kokusu yayılıyor ama pek de önemli değil o sıra, nitekim olay büyüyor ve gece müdürü ile misafir ilişkileri sorumlusu da olaya dahil oluyorlar. ablamız o anda odasında bulunan babasına haber verilmesini istiyor ve durumun vahimliğinden ötürü ambulans geliyor, bayanı götürüyor.. gelen doktorun ilk teşhisi, zincirleme gelişecek olaylar silsilesinin ilk halkası sanki ; klor zehirlenmesi.. -o ne kidir-
klor kokusu yoğun olarak heryere yayılmış, olayın başlangıcından itibaren 40 dakika kadar geçmiş, üç kafadar (Spa müdürümüz, mami, ben) bekliyoruz. durum yavaş yavaş açıklığa kavuşuyor.. müdürün iki ilacı karıştır öyle havuza dök emrini,-ki bu yukarıda unuttuğum 5 dakika önceki dialog'tur.- tüm ilaçları karıştır olarak algılıyor mami ve kova içerisine 4 kimyasal maddeyi kattığı zaman, maddeler tepkimeye girerek fokurdamaya başlıyor.. o sırada çıkan müthiş kokudan da oradaki hassas bayan etkileniyor doğal olarak..
bir sonraki gün sağlıklı bir hizmet verebilmek için ortamdaki klor kokusunun dağılması gerekiyor, bunun da tek yolu sabaha kadar Spa'nın kapısını açık bırakmak. bir kişi bekleyecek, şanslı kişi Müdür neyse ki..
eve gidiyorum kös kös, h..tir ya son dakkada olan şeye bak, neyse lan akşam 8 9 gibi çıkarım en kötü, doğru izmit diye düşünceler içerisinde eve yürürken telefona mesaj geliyor, olum hüseyin yalan oldu, kaldık ortada .. Allaaahhh diye saldırasım geliyor önüme gelene, mesajdan sonra.. daha yok mu lan, gelin laaannn diyecem soyunacam sinirden.. o derece..

biraz uyurum diyorum, evdeyim, bilgisayarda oyalanıyorum falan, yatıcam artık.. telefon çalıyor, arayan müdür; dostum yarın sabah gel, uzun gün olacak, senin izmit de zor gbi diyor.. zaten yalan ettik onu be abi diyorum.. ama ben mesajı alıyorum 16 saat girecek ..
gelişmeleri sabah alıyorum, hanımefendi zehirlenme şüphesi ile kaldırıldığı Alman Hastanesinde(özel) tedavisini görmüş, müşade altında tutuluyor -hala-.. ancak sağlıklı konuşabildiği ilk anda polise şikayetçi oluyor ve bizim müdürü gece 03:00'da beyoğlu karakolna çekiyorlar ifade vermeye.. -işe bak- sabahı ediyor tabi o da uykusuz vaziyette..

vakit geçiyor, öğlene doğru bir haber geliyor, sistemler kontrol için kapatılacak, tüm adisyonlar el ile yazılacak diyor muhasebemiz.. okeydir baba diyoruz, devam ediyoruz çalışmaya ..
çıkış saatindeyiz, elle yazdığım adisyonları kontrol ediyorum, ne olursa güzel olur ? tabii ki içlerinden bir tanesi kaybolursa.. ulan bişey düzgün gitmeyecekmi düşüncesi altında tüm aramalara rağmen bulamadığımız adisyonun, zaman bakımından bana olan kaybı 30 dakika kadar..
ve 16.5 saatlik mesainin sonunda, yeni yıla 1.5 saat kala otelden çıkıyorum..


akciğer odaklı bir rahatsızlık olarak düşündüm sürekli, çünkü olayın içindeki 2. adama -muhammet- hiçbirşey olmamıştı.. ama ne olursa olsun kârlı çıktılar baba-kız işin içinden. ayrıntısını öğrenemedim ancak, konaklama ücreti de alınmaz böyle durumlarda, üzerine özel ambulans ve hastane masrafları da eklenince baya güzel bir maliyet tablosu çıkıyor otelin önüne..
gerçi olan bize oldu, herşey üst üste geldi, 30 aralık muhammetin de son günü olduğu için, 31 aralık'ta tam gün çalışmak durumunda kaldık.. finali de, plansızlık içinde kalan yılbaşı organizasyonumuz dahilinde, Ortaköy semalarında bir takside, trafikte gerçekleşti..

...5,4,3,2,1..

Mutlu Yıllar..